https://eskigediz.bel.tr/uploads/sayfa/large/phpeOq4gx.jpg

Gediz Depremi

GEDİZ DEPREMİ
(28 Mart 1970-Cumartesi)
Uzun bir kışın ardından toprak uyanma kendilerini çağıldayan derelerin coşkusuna kaptıran ağaçlar çiçeğe durmuştu.
Gediz'e bahar geliyordu...
0 gün Cumartesiydi ve her zamanki gibi Gediz'de pazar kurulmuştu. Köylü kentli her yaştan insanla dolup taşan pazar akşama doğru dağılmış, pazar yorgunu halk, erkenden evlerine çekilmişti. Akşam serinliğinin çöktüğü kasaba sakin bir geceye hazırlanıyor, uzaktan uzağa duyulan köpek havlamalarının dışında hiçbir olağan dışılık görülmüyordu..
Ne olduysa saatlerin 23.05'i gösterdiği anda oldu. Oturmuş sohbet eden, yolda yürüyen, yatmaya hazırlanan, hatta uyuyanlar yerin derinliklerden büyük bir gürültü eşliğinde gelen korkunç bir sarsıntı ile karşı karşıya kalıverdi. Çoğu daha ne olduğunu anlama­dan can verirken, pek çok felaketzede ise kendini yıkıntılar arasında buldu. Zifiri bir karanlığın içinden kopup gelen çığlıklar, yardım dile­yen acılı iniltilere karışıyor, canını güç bela kurtaranlar ise sevdikle­rinin can derdine düşmüş, çaresizliğin pençesinde çırpınıyordu. Elektrik ve su kesilmiş, telefonlar susmuştu. Başta Gediz olmak üze­re yüzlerce yerleşimin dünya ile iletişimi kesilmiş, insanlar başlarına gelen korkunç bir felaketle baş başa kalmıştı. Tam bir can pazarı ya­şanıyor ve bir türlü sabah olmuyordu...
Deprem o denli şiddetliydi ki, toprak pek çok yerde yarıl­mış, yarıklardan sıcak sular fışkırmıştı. Kaya yuvarlanmaları, toprak kaymaları birbirini izlerken dikili ağaçlar devrilmiş, kimi kaynakların da suları kesilmişti. 29 Mart gününün ilk ışıkları gecenin örttüğü fe­laketi olanca çıplaklığıyla ortaya çıkardığında yürekler bir kez daha yandı. Deprem, alıp götürdüğü onca canın yanında büyük bir yıkıma neden olmuş, kasaba tam bir harabeye dönmüştü. 1918 yılı Koca Yangını sonunda kasabanın yerinin değiştirilmesi gündeme ge­lince, Gedizlilerin bırakıp gitmeye kıyamadığı anıt yapılar şimdi bi­rer enkaz yığınına dönmüştü.
Felaketzedelere devletin sıcak eli işte tam bu sırada ulaştı. Çadır ve ekmek yüklü kamyonlar Debboya ulaşmış ve ilk çadırlar kurulmaya başlanmıştı. Ancak felaketin bununla sınırlı olmadığı çok çabuk anlaşılacak ve devrilen sobaların neden olduğu yangınlar bü­yük bir paniğe yol açacaktı. Uluoymak (Kaya Mahallesi) Mahalle­sinde çıkan yangın peş peşe patlayan bütan gazı tüplerinin de etki­siyle kısa sürede büyüyüp yayılmış ve enkazlar arasında sıkışıp ka­lan pek çok felaketzede bir çıra gibi yanmaktan kurtulamamıştı.
Aynı saatlerde Akçaalan ve Kayaköy’de de buna benzer fe­laketler yaşanmış çok sayıda insan çıkan yangınlarda can vermişti. Askeri birlikler canla başla, enkaz altındaki yaralı ve ölülere ulaşma­ya çalışıyordu. Bu arada Uluoymak Mahallesi yanmaya devam edi­yor, ancak hiçbir şey yapılamıyordu. İlçenin tek arazözü de yıkılan it­faiye binasının altında kalmış, Uşak'tan arazöz beklentisi ise ne ya­zık ki boşa çıkmıştı.
Felaket yurt ve dünya gündeminin ilk sırasında yer alırken, deprem bölgesi yerli ve yabancı basın çalışanlarının akınına uğra­mıştı. Aynı gün Başbakan Süleyman Demirel Gediz'e geldi. Devlet tüm olanaklarını seferber etmiş açık alanlarda koca bir çadırkent kurulmuştu. Bir yandan enkaz kaldırma çalışmaları sürerken, diğer yandan da açılan mobil mutfaklardan sıcak yemek dağıtımı başlatıl­mıştı. Hafif yaralılar kurulan çadır hastanede ayakta tedavi ediliyor, ağır yaralılar çevre yerleşim hastanelerine taşınırken halk olası sal­gınlara karşı aşılanıyordu. 1.086 canın kül olup savrulduğu, 1.258  kişinin de yaralandığı Gediz Depremi, ilçe tarihine "en büyük fela­ket" olarak geçti. Felaketzedeler bir yandan ölülerini hüzünlü tö­renlerle gömerken, diğer yandan da serpeleyen karın altında çadır­larını kurup hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
Ulusal gazetelerin başlattığı "Gediz'e Yardım" kampanyala­rı büyük ilgi görürken, yurdun dört bir yanından kalkan yardım kon­voyları Gediz'e yetişmek için birbirleri ile adeta yarışıyorlardı. Ge­diz'e çıkan tüm yollar yardım taşıyan araçlardan geçilmez olmuş, ulaşım kilitlenmişti. Deprem bölgesindeki yakınlarından sağlıklı bil­gi alamayanlar yollara düşmüş, bin bir güçlükle bölgeye ulaşmaya çalışıyordu.
                        Almanya, Ingiltere ve İsviçre'nin önderliğinde başlatılan devletlerarası yardımların yanı sıra Alman Kızılhaç'ı Technisches Hilfwerk, Malteser Hitsdients, Arbeiterworhlfahrt, Bayer-Werke gi­bi kuruluşlar da Gedizlilerin yardımına koşmuştu. Alman teknis­yenler Geyikçi Deresi'ne bir su arıtma tesisi kurmuş, Alman Kızıl­haç'ının desteği ile Bayer-Werlce Firması Akçaalan'da her türlü ha­va koşullarında kullanılabilen yapay maddeden barakalar inşa et­mişti
Depremin üstünden günler geçse de artçı sarsıntılar yüzün­den az hasarlı evlere bile girilemiyor, iş yerleri açılamıyordu. Devlet daireleri ve kimi esnaf barakalarda hizmet verirken okullar süresiz tatil edilmişti. 31 Mart günü İsveç Hükümet Temsilcisi Dr. Anders Akspengrenn, 6 Nisan' da Yugoslavya Büyükelçisi Muhittin Begiç, 8 Nisan'da İngiltere Dışişleri Bakanı Michael Stewerd ve eşinin yanı sıra, siyasi partilerin temsilcileri Gediz'e "geçmiş olsun" ziyaretinde
bulundu. Yaşanan onca acının ardından yaralar ağır ağır sarılırken bu kez de halkın geleceğe dair kaygıları öne çıkmaya başlamıştı. Bu arada özellikle geçim ve barınma kaygısı pek çok Gedizli'nin çevre yerleşimlere göçüne neden oldu. 1918 Koca Yangını'ndan sonra ya­şanan bu ikinci göç dalgası, yarım yüzyıl önceki o eski tartışmanın da yeniden alevlenmesine yol açtı. Gediz 52 yıl önceki gibi küllerin­den yeniden mi doğmalı, yoksa yüzyıllardır felaketlerle özdeşleşen bu kasaba bir başka yere, özellikle de Karılar Pazarı'na mı taşınma­lıydı?
Kasabanın geleceğini belirleyecek bu yaşamsal sorun halk arasında hareketli tartışmalara yol açıyor, taraflar çoğunluğu kendi yanlarına çekmeye çalışıyordu. Halk "kalkalcı", "gitgitci" diye iki ayrı kampa bölünmüş tartışırken, çevre akademik düzeyde zemin etüt­leri ile taranıyordu. Konu deprem bölgesinde incelemelerde bulu­nan yabancı akademisyenlerin de raporlarına girerek adeta uluslar­arası bir boyut kazanmıştı. Örneğin, Alman Hellmut GRABERT ko­nuya şöyle yaklaşıyordu; "Dar sarsıntı sahası içinde kalan bütün mevkiler, özellikle Akçaalan ve Gediz o kadar çok tahrip olmuştur ki, bunların yeniden aynı yerde kurulması tavsiye edilemez, bundan dolayı deprem bakımından emniyetli olan alanlarda ve konstrüktif güvenlik tedbirleri alınmak suretiyle yeniden inşa edilmeleri gere­kir."239
Deprem bölgesinde inceleme yapan akademisyenlerin ta­mamına yakını da aynı görüşü paylaşmış, böylece başta Gediz ol­mak üzere bazı yerleşimlerin daha güvenli alanlara taşınmasının yolu açılmıştı.