https://eskigediz.bel.tr/uploads/sayfa/large/phpyjPg0r.jpg

Tarihi Eskigediz Evleri

 
ESKİGEDİZ EVLERİ
1918 Koca Yangından , 1944 depremi ve 1970 deprelmlerinden kurtulan az sayıdaki Osmanlı evleri 
 
Gediz'in mimari dokusu sık sık yaşanan sel, deprem ve yan­gınlarla büyük zararlara uğramış, ancak kent, uğradığı bu yıkımların her birinden tarihsel ve kültürel kimliğini koruyarak çıkmayı başar­mıştır.
XVII. yy Gediz evlerini Evliya Çelebi,"Tepeleri kat kat üstüne mamur evlerdir. Cambaz Kayası'ndaki evler ise birbiri üstüne kat kat, avlusuz, bahçesiz ve ufacıktır." diye anlatırken,
Ali Cevat XIX. yy Gediz evlerini,"Siyah toprakla örtülü olduğu için iç karartıcı bir görüntüsü vardır" biçiminde tasvir etmiştir. Gediz'de "demişte" adıyla anılan toprak damlar, her yağ­mur yağışında "yuvarlacık taşı denen taş bir silindirle sıkıştırılarak, suyun eve girmesine engel olunmaya çalışılırdı.
Bahçeler deresi boyunca uzanan evlerin bir bölümü, 1875' deki Koca Sel'de yıkılmış, koca kasabanın neredeyse tamamı 1918' deki Koca Yangın ‘da bir kül yığınına dönmüştü. Büyük acıların ya­şandığı bu korkunç felaketin ardından halkın bir bölümü çevre yer­leşimlere göç ederken, kalanlar ata yadigârı kasabalarını tüm yok­luklara karşın, adeta yeniden inşa etmiştir. Koca Yangın, dar ve çıkmaz sokaklarla dolu, iç içe geçmiş, karmaşık bir yapılaşmanın ne denli felaketlere yol açabileceğini acı  bir şekilde göstermiş ve Gediz'in yerleşim planlaması, edinilen bu tecrübe ışığında yeniden şekillendirilmiştir.
Buna göre bitişik nizamlı ve girişleri sokağa bakan evlerin bahçeleri, bir alt sokaktaki evlerin bahçeleriyle sınır oluşturuyor, böylece olası bir yangın için meskenler arasında önemli bir boşluk alan oluşturuluyordu. Bu uygulamanın ne denli isabetli olduğu da­ha sonra çıkan yangınlarda görülecek, alınan bu önlem sayesinde pek çok ev yanmaktan kurtulacaktı.
Gediz'de arka arkaya yaşanan felaketler bunlarla da sınırlı kalmamış, 1944 Depremi'nde hasar gören meskenler, 1970 Depre­mimde yerle bir olmaktan kurtulamamıştı.1970 Depremi'nin yıkamadığı Gediz'in son evleri, bugün bi­rer "Tescilli kültür varlığı" olarak koruma altına alınmıştır.
Eskigediz'in herhangi bir köşesinde anıtsal bir heybetle yükseliveren bu evlerin her biri, yakın geçmişin hüzünlü anılarıyla baş başa, zamana direnmeye çalışmaktadır.
Gediz'de ev yapımına "Allah ev yapanın ve evlenenin yar­dımcısıdır" inancıyla başlanır ve temel atımında kurban kesilirdi.
Yapılan evin ahşap iskeleti tamamlanır tamamlanmaz, çatı­ya bayrak dikilmesi ve inşaatın bitiminde nazardan korunmak için saçağa nazar boncuğu ile çörekotu asılması, Gediz'de ev yapımına dair geleneklerdendir. Gediz evlerinde ahşap iskeletin ara boşlukla­rı ya "frengi usulü" diye anılan kerpiç dolgu ile veya taşıyıcı ahşap direklere çakılan çıtalar üzerine sıva vurularak yapılan "bağdadi usulü" ile doldurulurdu. Duvar dolgusunda yaygın olarak kullanılan kerpiç, kil kayaçlarının parçalanıp ufalanmasıyla oluşan kerpiç top­rağından elde edilirdi. Bozbelen ve Hüseyincik mevkilerinden alı­nan toprak, su ve iri samanla (kes) defalarca karıldıktan sonra, ker­piç kalıplarında şekillendirilip güneşte kurutulurdu.
Gediz evleri yörede üretilen oluklu kiremitle kaplanır, çatı­ya tavan arasını aydınlatmaya yarayan ve halk dilinde "karlık" diye anılan küçük biryapıdan çıkılırdı.
Gediz'de "kara tavan" diye anılan çatı arasına serilen kerpiç çamuru, evin ısı izolasyonunu sağlardı. Gerek dolguda kullanılan kerpiç, gerekse kara tavana serilen bu doğal izolasyon malzemesi, Gediz evlerinin yazın serin, kışınsa ılık olmasında önemli rol oynar­dı.
Sokakla evin bağlantısını sağlayan avlu, genellikle üç kattan oluşan Gediz evlerinin en işlevsel bölümüydü.
Toprak ya da kayrak taşı ile döşenmiş olan bu bölüme, hay­vanların rahatça girip çıkabilmesi için iki kanatlı ve yüksek olarakya- pılmış ahşap bir kapıdan girilirdi.
Ahır, samanlık, zahire ambarı, pekmez ocağı, şapına ve tu­valet gibi yaşanan çağın sosyal ihtiyaçlarından doğan bölümlerin yer aldığı bu avlular, evin arkasındaki bahçeye açılırdı.
Gediz evlerinin ikinci ve üçüncü katlarında sofa merkezli bir plan uygulanırdı. Kat içindeki tüm odalar halkın "yadlık" dediği bu mekâna açılırdı. Evin mekânsal düzeninde ana birim olarak öne çı­kan odalar ev hayatında tüm işlevleri yerine getirebilecek biçimde tasarlanırdı. Bu odalar yüklük, dolap, sergen, ocak, çiçeklik, gusül- hane ve sedirleriyle adeta birer bağımsız birim gibiydi.
 
Odaların dış dünya ile ilgili bağlantısını, pencere ve çıkma­lar sağlardı. Özellikle konak tarzında inşa edilen yapıların çıkmaları, üç yöne birden açılan pencereleri ile odaya kattığı ferahlığın yanı sı­ra, bütün gün evde oturan kadınların yakın çevreyle olan ilişkisini sürdürmesine yardımcı olurdu.
Pencere önünde hasır yastık, minder ve kilimle donatılmış bir sedir bulunan bu odalarda, ocak, gusülhane, dolap gibi öğeler an duvarına yerleştirilirdi. Soba kullanımının yaygınlaşmasından sonra işlevini büyük ölçüde yitiren ocaklar, sürgülü ahşap bir kapak­la kapatıldı. Gediz'de "maket" adı verilen sedirlerin altı eşya kona­cak biçiminde tasarlandığı için, bu sedirler hem oturma, hem de dolap görevi görüyordu. Bu odaların hemen hepsinde Gediz'de "ta­kım sahan" denen, kapaklı bakır sahanların küçükten büyüğe doğru sıralandığı sergenleryer alırdı.
Gediz evlerinin hemen her odasında "çiçeklik" adı verilen içine cam yerleştirilmiş bir girinti bulunurdu. Genellikle ahşap süs- lemeli bu girintiye konan lamba, cam sayesinde hem odayı hem de odanın açıldığı holü aydınlatırdı. Evlerin dış mekânında yer alan sa­çaklar, çıkmalar ve bunların taşıyıcı elemanları, pencere ve kapılar işlevselliklerinin yanında birer süsleyici eleman olarak görülmüş ve yetenekli ellerde birer sanat eseri olup çıkmıştır. İç mekânda görü­len bu ince işçilik, kendini en çok tavan göbeklerinde, dolap kapak­larında ve çiçekliklerde göstermiştir. Gediz evlerinin bu mekânsal düzenlemelerinde dini inançlar, toplumsal gelenek ve görenekler kadar, coğrafi koşullar da önemli rol oynamıştır. Ev hayatının mah­remiyetini korumak için, evlerin sokağa bakan zemin kat pencerele­ri, küçük ve yüksek tutulurken, bahçe duvarları da yüksek örülmüş­tür. Evde kimsenin olmadığının bir işareti olarak, kapıdaki halkalara sadece bir ipin tutturulduğu dönemlerde, şayet ip yoksa "şakşak" denen kapı tokmağına uzun süre vurmak ayıp sayılırdı. Bazı kapılar­daki iki ayrı tokmaktan büyük olanı çalarsa arayanın erkek, küçük olanı çalarsa kadın olduğu anlaşılır ve ona göre davranılırdı.